22 Aralık 2010 Çarşamba

HELİKON


Helikon - Bülent Ecevit
 
1950'li yıllarda güzel sanatlara devlet desteği de, kamuoyu ilgisi de azalmıştı. Çok partili yaşamın toplum için bir yenilik olan ateşli çekişmeleri, heyecanlı bir maç gibi ilgileri topluyor, sanat ve kültür yaşamı gitgide çoraklaşıyordu.Tek partili dönemdeki devlet ve parti desteğine, o arada Halkevlerinin sağladığı olanaklara alışmış olan sanatçılar öksüz kalmış gibiydiler. İşte o ortamda, değişik sanat, bilim ve meslek dallarından bir avuç genç, başkentin sönükleşen sanat ve kültür yaşamına yeni bir soluk katabilmek için bir araya geldiler, bir dernek kurmaya karar verdiler.Siyasete ilgisiz değillerdi. Kimi yakından kimi uzaktan siyasal gelişmeleri de izliyorlardı. Ama sanatsız bir yaşama, kültür ve sanat yaşamı günden güne çoraklaşan bir Ankara'ya dayanamıyorlardı. Hepsi demokrasiyi özümsemiş gençlerdi; ve demokraside her şeyin devletten beklenemeyeceğini; üstelik, kültür ve sanat alanında her şeyi devletten beklemenin sakıncalı da olabileceğini düşünüyorlardı.Onun için, daha yolun başında, bir ilke benimsediler: Devletten hiçbir şey beklemeyecek, hiçbir yardım veya destek istemeyeceklerdi. Toplum, siyasette olduğu gibi, sanatta ve kültürde de, kendini kanıtlayabilmeliydi! Varlıklılara ve bankalara da başvurmayacaklardı. Zaten bankalar devlete bağımlıydılar. Yeni yeni oluşan ticaret ve sanayi burjuvazisinin sanatla ve kültürle ilgilenebilecek ikinci-üçüncü kuşakları henüz yetişmemişti.Dernek çalışmalarını yürütebilmek için üyeler, kendi maddi olanaklarıyla ve gelir sağlayıcı dernek etkinlikleriyle yetineceklerdi.Kendi maddi olanakları ise çok sınırlıydı. Her biri ancak beşer-onar lira ortaya koyabilecek durumdaydılar.

Gerçi o yıllarda, beş liraya lüks bir lokantada yemek yenebilir; 300-400 lira aylıkla küçük bir aile geçindirilebilirdi; ama yine de, sırf üyelerin mütevazı katkısıyla bir yere varılamazdı. Onun için, özellikle sergilerden elde edilecek gelire umut bağlanıyordu.

Mithat Paşa Caddesi'nde, Ankara'nın ilk başkentlik yıllarından kalma bir eski evin alt katı tutuldu. Henüz apartmanların, iş hanlarının doldurmadığı Mithat Paşa Caddesi'nde, Sıhhiye'den Sakarya Caddesi'ne doğru çıkılırken sol kolda, harapça bir evdi bu...Kurucular, evin iç içe geçen salonlarının duvarlarını, resim asmak için, çuval beziyle kaplayıp, işe koyuldular. Helikon Derneği, 1950'li yılların başlarında, böyle doğdu.

Neden "Helikon" ?.. Neden Derneğin başına birkaç yıl sonra hiç akla hayale gelmedik bir dert açacak olan bu ad seçilmişti?"Helikon" denince, çağımızda, öncelikle, bu adı taşıyan bir nefesli çalgı hatra gelir; fakat Helen mitolojisinde, "Helikon", müz'lerin kutsal dağına verilen addır. Dernek kurucuları da, müz'lerden, sanatçıların esin perilerinden esinlenerek, Derneğe bu adı seçmişlerdi.

Binlerce yıl öncesinin mitolojisinden bir ad seçilmişti, ama Derneğin resim ve heykel alanındaki ereklerinden biri topluma çağdaş sanat akımlarını tanıtmak, toplumda çağdaş sanat beğenisi oluşturmaya katkıda bulunmaktı. O yıllarda, resim ve heykelde, çağdaşlığın simgesi de, soyut ve nonfigüratif sanattı. Onun için Helikon'cular, soyut ve nonfigüratif resim ve heykellerden oluşan sergilere ağırlık vermeyi kararlaştırdılar.

Bir başka kararları da, hatır-gönül dinlemeden, ünlü-ünsüz ayrımı yapmadan, kendi sanat anlayışlarına göre "en iyi"leri sergilemekti, halka her zaman "en iyi"yi vermekti. Bu ilkelerine ve kararlarına, sonuna kadar, bağlı kaldılar. Fakat bu ilkelerle ve kararlarla Derneğe nasıl gelir sağlanabilirdi?

Resim ve heykel satışları için devlet kapısı da, bankaların kapısı da çalınmayacaktı. Varlıklılarınsa zaten bu konuya henüz ilgisi yoktu. Üstelik açılan sergiler, büyük ölçüde, halkın henüz ilgilenmediği, nice "aydın"ların bile alaya aldığı, tadına varamadığı soyut veya nonfigüratif resim ve heykellerden oluşacaktı. Kaç kişi ilgi gösterir, kaç kişi para verirdi o resimlere, heykellere?

Kısacası kurucular, daha baştan, işi bile bile yokuşa sürmüşlerdi. Fakat hepsinin umudunu aşan bir şey oldu: Birbiri ardına açılan sergilerdeki yapıtlardan çoğu, bazen tümü, kapış kapış satın alınmaya başladı.

Alıcıların tümü, Dernek kurucuları gibi, dar gelirli veya orta halli insanlardı. Resimler, isteyenlere, taksitle satılıyordu.

"Helikon Sanat Galerisi", Ankara'nın, belki de Türkiye'nin, ilk özel sanat galerisiydi. Ülkemizde ancak 20-30 yıl sonra oluşacak resim-heykel piyasasının da ilk habercisiydi.

Resim heykel satışlarından alınan yüzde 20 payla, Derneğin yaşayıp gelişebileceği görülmüştü.
Sergilere gösterilen beklenmedik ilgi Türk halkının, eğer kendisine güven verilirse ve iyi anlatılırsa, her yeniliğe açık olduğunu gösteriyordu. Helikon da, ciddi iş tutumuyla, hatır gönül dinlemeyen titiz seçiciliğiyle ve eğitici çalışmalarıyla, hem halkta gereken ilgiyi uyandırabilmiş hem de halka güven verebilmişti. Dernek, bir yandan kendi üyelerini eğitirken, bir yandan da beğeni düzeyi hızla yükselen bir müşteri çevresi yaratmayı başarmıştı.

Derneğin eğitim çalışmalarına birçok değerli sanatçı gönüllü katkılarda bulunuyordu.

En sürekli katkı Cemal Bingöl'den geldi. Cemal Bingöl, iyi bir ressam olduğu kadar, doğuştan eğiticiydi. Nitekim ülkemizde çocuk resmini ilk başlatan sanırım oydu. Eğiticiliğin de ötesinde, kendi edinimlerini başkalarına aktarmadan duramayan bir insandı.

Derneğin üyeleri ve üye olsun olmasın, birçok Ankara'lı o yıllarda, Helikon'un sanat eğitiminden yararlanmıştır. Helikon'un çalışmalarıyla, Ankara'da, çağdaş sanat kültürü ve beğenisi hızla geliştiği gibi, Derneğin açtığı atölyeye hevesli veya amatör olarak gelenlerden bazıları, zamanla tanınmış sanatçılar arasına katılmışlardır.

Nasıl Doğdu?

Üç-beş arkadaştılar: hafta sonu tatillerinde bir araya geldiler mi resimden, müzikten, tiyatrodan gerçek sanat değeri taşıyan filmlerden, edebiyattan söz açar, içlerinden, müzik ile ilgilenen müzik, resim ile ilgilenen resim, tiyatro ve sinema ile ilgilenenler de tiyatro ve sinema hakkında öbürlerine bilgi vermeye. Batıda, bu sanat alanlarında neler olup bittiğini anlatmaya çalışırlardı. Sonra bir gün bu iş böyle olmaz dediler: Bu sanat dallarında bilgilerinden faydalanılacak belki daha başka kimseler vardı, sonra belki, günün sanatını belirli alanlarda, kendileri gibi anlamak, bilmek isteyenler de bulunabilirdi; "Daha sistemli bir şekilde çalışalım!" Edebiyatın bir organizasyona ihtiyacı yoktur, fakat öbür sanat kolları için durum öyle değildi: müzik, tiyatro çalışmalarına, 15mm.lik filmler gösterilmesine, sergi açılmasına, konferans verilmesine elverişli bir yerin temini gerekiyordu. Paraları yoktu. Şadan Candar, Mithat Fenmen, Hilmi Girginkoç'tan rica ettiler, üçlü bir konser vermeleri için. Konser verildi, ellerine 750 lira geçti. Tuttukları evin üç aylık kirasını peşin ödediler, geriye kalan 150 liraya bütçelerinin el verdiği kadar eklediler; duvarlara badana yapıldı, çuval gerildi, bir masa, üç-beş sandalye alındı ve 1952 yılının ocak ayında Hasan Kaptan sergisi ile HELİKON faaliyetine başladı.(...)

Neden nasıl kapandı Helikon Derneği?


6-7 Eylül 1955 günleri İstanbul'da büyük olaylar olmuştu. Adı sanı duyulmamış bir gazetede "Atatürk'ün Selanik'teki evi bombalandı" diye bir haber çıkmış, bu asılsız haberi devlet radyosu da yayınlamıştı. Onun üzerine, İstanbul'da, kimlerin nasıl düzenlediği bilinmeyen büyük gösteriler başlamış; Beyoğlu çarşısında ve Rumlara ait işyerlerinin bulunduğu başka bazı semtlerde dükkanlar yıkılıp yağmalanmıştı. Yetkili makamlar, dışarda geniş yankı uyandıran bu olayların sorumluluğunu kimlerin üzerine yıkacaklarını bilemiyorlardı.

Hemen sıkıyönetim ilan edildi, askeri mahkemeler kuruldu, soruşturmalar kovuşturmalar başlatıldı.

O arada, olaylarla hiç ilgisi olmayan birçok başka dernek gibi, Helikon da geçici olarak kapatıldı ve dernek yöneticileri bir gece yarısı evlerinden alınıp günlerce sorguya çekildi.

"Helikon" adı eski Helen mitolojisinde geçtiğinden Selanik de Yunanistan'da bulunduğuna göre, bazı yetkililer, İstanbul'daki yağma olaylarının sorumluluğunu Ankara'daki bu sanat derneğinin üzerine yıkabileceklerini ummuşlardı.

Sorgulamayı yürüten siyasi şube görevlileri ise, 6-7 Eylül olaylarıyla Helikon Derneği arasında nasıl bir bağlantı kurulabileceğini bilemiyorlardı. Sorgulama, ister istemez, soyut ve nonfigüratif sanat konularına kayıyor, o konular da siyasi şube görevlilerini pek ilgilendirmiyordu.

Tabii, sorgulamadan bir şey çıkmadı; birkaç ay sonra da Derneğin yeniden açılmasına izin verildi. Ama bu olay yüzünden birçoklarının hevesi kırılmıştı. Helikon bir daha eski canlılığını kazanamadı ve sönüp gitti.

O arada ben de, ilk siyasal sorgulanma deneyimimi, siyasete girişimden yıllar önce, siyasetle ilgisi bulunmayan bir sanat derneğinin yöneticilerinden biri olarak edinmiş oldum.

Daha sonraki yıllar boyunca, başka bazı kuruluşların da başına, benzer işler açılacaktı.

Çünkü, Türkiye'de, bazı şeyler değişiyordu, ama bazı şeyler de değişmiyordu.

Kaynakça:
Helikon, Gergedan, Temmuz 1988, No: 17, s. 150-153

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder