22 Aralık 2010 Çarşamba

HELİKON


Helikon - Bülent Ecevit
 
1950'li yıllarda güzel sanatlara devlet desteği de, kamuoyu ilgisi de azalmıştı. Çok partili yaşamın toplum için bir yenilik olan ateşli çekişmeleri, heyecanlı bir maç gibi ilgileri topluyor, sanat ve kültür yaşamı gitgide çoraklaşıyordu.Tek partili dönemdeki devlet ve parti desteğine, o arada Halkevlerinin sağladığı olanaklara alışmış olan sanatçılar öksüz kalmış gibiydiler. İşte o ortamda, değişik sanat, bilim ve meslek dallarından bir avuç genç, başkentin sönükleşen sanat ve kültür yaşamına yeni bir soluk katabilmek için bir araya geldiler, bir dernek kurmaya karar verdiler.Siyasete ilgisiz değillerdi. Kimi yakından kimi uzaktan siyasal gelişmeleri de izliyorlardı. Ama sanatsız bir yaşama, kültür ve sanat yaşamı günden güne çoraklaşan bir Ankara'ya dayanamıyorlardı. Hepsi demokrasiyi özümsemiş gençlerdi; ve demokraside her şeyin devletten beklenemeyeceğini; üstelik, kültür ve sanat alanında her şeyi devletten beklemenin sakıncalı da olabileceğini düşünüyorlardı.Onun için, daha yolun başında, bir ilke benimsediler: Devletten hiçbir şey beklemeyecek, hiçbir yardım veya destek istemeyeceklerdi. Toplum, siyasette olduğu gibi, sanatta ve kültürde de, kendini kanıtlayabilmeliydi! Varlıklılara ve bankalara da başvurmayacaklardı. Zaten bankalar devlete bağımlıydılar. Yeni yeni oluşan ticaret ve sanayi burjuvazisinin sanatla ve kültürle ilgilenebilecek ikinci-üçüncü kuşakları henüz yetişmemişti.Dernek çalışmalarını yürütebilmek için üyeler, kendi maddi olanaklarıyla ve gelir sağlayıcı dernek etkinlikleriyle yetineceklerdi.Kendi maddi olanakları ise çok sınırlıydı. Her biri ancak beşer-onar lira ortaya koyabilecek durumdaydılar.

Gerçi o yıllarda, beş liraya lüks bir lokantada yemek yenebilir; 300-400 lira aylıkla küçük bir aile geçindirilebilirdi; ama yine de, sırf üyelerin mütevazı katkısıyla bir yere varılamazdı. Onun için, özellikle sergilerden elde edilecek gelire umut bağlanıyordu.

Mithat Paşa Caddesi'nde, Ankara'nın ilk başkentlik yıllarından kalma bir eski evin alt katı tutuldu. Henüz apartmanların, iş hanlarının doldurmadığı Mithat Paşa Caddesi'nde, Sıhhiye'den Sakarya Caddesi'ne doğru çıkılırken sol kolda, harapça bir evdi bu...Kurucular, evin iç içe geçen salonlarının duvarlarını, resim asmak için, çuval beziyle kaplayıp, işe koyuldular. Helikon Derneği, 1950'li yılların başlarında, böyle doğdu.

Neden "Helikon" ?.. Neden Derneğin başına birkaç yıl sonra hiç akla hayale gelmedik bir dert açacak olan bu ad seçilmişti?"Helikon" denince, çağımızda, öncelikle, bu adı taşıyan bir nefesli çalgı hatra gelir; fakat Helen mitolojisinde, "Helikon", müz'lerin kutsal dağına verilen addır. Dernek kurucuları da, müz'lerden, sanatçıların esin perilerinden esinlenerek, Derneğe bu adı seçmişlerdi.

Binlerce yıl öncesinin mitolojisinden bir ad seçilmişti, ama Derneğin resim ve heykel alanındaki ereklerinden biri topluma çağdaş sanat akımlarını tanıtmak, toplumda çağdaş sanat beğenisi oluşturmaya katkıda bulunmaktı. O yıllarda, resim ve heykelde, çağdaşlığın simgesi de, soyut ve nonfigüratif sanattı. Onun için Helikon'cular, soyut ve nonfigüratif resim ve heykellerden oluşan sergilere ağırlık vermeyi kararlaştırdılar.

Bir başka kararları da, hatır-gönül dinlemeden, ünlü-ünsüz ayrımı yapmadan, kendi sanat anlayışlarına göre "en iyi"leri sergilemekti, halka her zaman "en iyi"yi vermekti. Bu ilkelerine ve kararlarına, sonuna kadar, bağlı kaldılar. Fakat bu ilkelerle ve kararlarla Derneğe nasıl gelir sağlanabilirdi?

Resim ve heykel satışları için devlet kapısı da, bankaların kapısı da çalınmayacaktı. Varlıklılarınsa zaten bu konuya henüz ilgisi yoktu. Üstelik açılan sergiler, büyük ölçüde, halkın henüz ilgilenmediği, nice "aydın"ların bile alaya aldığı, tadına varamadığı soyut veya nonfigüratif resim ve heykellerden oluşacaktı. Kaç kişi ilgi gösterir, kaç kişi para verirdi o resimlere, heykellere?

Kısacası kurucular, daha baştan, işi bile bile yokuşa sürmüşlerdi. Fakat hepsinin umudunu aşan bir şey oldu: Birbiri ardına açılan sergilerdeki yapıtlardan çoğu, bazen tümü, kapış kapış satın alınmaya başladı.

Alıcıların tümü, Dernek kurucuları gibi, dar gelirli veya orta halli insanlardı. Resimler, isteyenlere, taksitle satılıyordu.

"Helikon Sanat Galerisi", Ankara'nın, belki de Türkiye'nin, ilk özel sanat galerisiydi. Ülkemizde ancak 20-30 yıl sonra oluşacak resim-heykel piyasasının da ilk habercisiydi.

Resim heykel satışlarından alınan yüzde 20 payla, Derneğin yaşayıp gelişebileceği görülmüştü.
Sergilere gösterilen beklenmedik ilgi Türk halkının, eğer kendisine güven verilirse ve iyi anlatılırsa, her yeniliğe açık olduğunu gösteriyordu. Helikon da, ciddi iş tutumuyla, hatır gönül dinlemeyen titiz seçiciliğiyle ve eğitici çalışmalarıyla, hem halkta gereken ilgiyi uyandırabilmiş hem de halka güven verebilmişti. Dernek, bir yandan kendi üyelerini eğitirken, bir yandan da beğeni düzeyi hızla yükselen bir müşteri çevresi yaratmayı başarmıştı.

Derneğin eğitim çalışmalarına birçok değerli sanatçı gönüllü katkılarda bulunuyordu.

En sürekli katkı Cemal Bingöl'den geldi. Cemal Bingöl, iyi bir ressam olduğu kadar, doğuştan eğiticiydi. Nitekim ülkemizde çocuk resmini ilk başlatan sanırım oydu. Eğiticiliğin de ötesinde, kendi edinimlerini başkalarına aktarmadan duramayan bir insandı.

Derneğin üyeleri ve üye olsun olmasın, birçok Ankara'lı o yıllarda, Helikon'un sanat eğitiminden yararlanmıştır. Helikon'un çalışmalarıyla, Ankara'da, çağdaş sanat kültürü ve beğenisi hızla geliştiği gibi, Derneğin açtığı atölyeye hevesli veya amatör olarak gelenlerden bazıları, zamanla tanınmış sanatçılar arasına katılmışlardır.

Nasıl Doğdu?

Üç-beş arkadaştılar: hafta sonu tatillerinde bir araya geldiler mi resimden, müzikten, tiyatrodan gerçek sanat değeri taşıyan filmlerden, edebiyattan söz açar, içlerinden, müzik ile ilgilenen müzik, resim ile ilgilenen resim, tiyatro ve sinema ile ilgilenenler de tiyatro ve sinema hakkında öbürlerine bilgi vermeye. Batıda, bu sanat alanlarında neler olup bittiğini anlatmaya çalışırlardı. Sonra bir gün bu iş böyle olmaz dediler: Bu sanat dallarında bilgilerinden faydalanılacak belki daha başka kimseler vardı, sonra belki, günün sanatını belirli alanlarda, kendileri gibi anlamak, bilmek isteyenler de bulunabilirdi; "Daha sistemli bir şekilde çalışalım!" Edebiyatın bir organizasyona ihtiyacı yoktur, fakat öbür sanat kolları için durum öyle değildi: müzik, tiyatro çalışmalarına, 15mm.lik filmler gösterilmesine, sergi açılmasına, konferans verilmesine elverişli bir yerin temini gerekiyordu. Paraları yoktu. Şadan Candar, Mithat Fenmen, Hilmi Girginkoç'tan rica ettiler, üçlü bir konser vermeleri için. Konser verildi, ellerine 750 lira geçti. Tuttukları evin üç aylık kirasını peşin ödediler, geriye kalan 150 liraya bütçelerinin el verdiği kadar eklediler; duvarlara badana yapıldı, çuval gerildi, bir masa, üç-beş sandalye alındı ve 1952 yılının ocak ayında Hasan Kaptan sergisi ile HELİKON faaliyetine başladı.(...)

Neden nasıl kapandı Helikon Derneği?


6-7 Eylül 1955 günleri İstanbul'da büyük olaylar olmuştu. Adı sanı duyulmamış bir gazetede "Atatürk'ün Selanik'teki evi bombalandı" diye bir haber çıkmış, bu asılsız haberi devlet radyosu da yayınlamıştı. Onun üzerine, İstanbul'da, kimlerin nasıl düzenlediği bilinmeyen büyük gösteriler başlamış; Beyoğlu çarşısında ve Rumlara ait işyerlerinin bulunduğu başka bazı semtlerde dükkanlar yıkılıp yağmalanmıştı. Yetkili makamlar, dışarda geniş yankı uyandıran bu olayların sorumluluğunu kimlerin üzerine yıkacaklarını bilemiyorlardı.

Hemen sıkıyönetim ilan edildi, askeri mahkemeler kuruldu, soruşturmalar kovuşturmalar başlatıldı.

O arada, olaylarla hiç ilgisi olmayan birçok başka dernek gibi, Helikon da geçici olarak kapatıldı ve dernek yöneticileri bir gece yarısı evlerinden alınıp günlerce sorguya çekildi.

"Helikon" adı eski Helen mitolojisinde geçtiğinden Selanik de Yunanistan'da bulunduğuna göre, bazı yetkililer, İstanbul'daki yağma olaylarının sorumluluğunu Ankara'daki bu sanat derneğinin üzerine yıkabileceklerini ummuşlardı.

Sorgulamayı yürüten siyasi şube görevlileri ise, 6-7 Eylül olaylarıyla Helikon Derneği arasında nasıl bir bağlantı kurulabileceğini bilemiyorlardı. Sorgulama, ister istemez, soyut ve nonfigüratif sanat konularına kayıyor, o konular da siyasi şube görevlilerini pek ilgilendirmiyordu.

Tabii, sorgulamadan bir şey çıkmadı; birkaç ay sonra da Derneğin yeniden açılmasına izin verildi. Ama bu olay yüzünden birçoklarının hevesi kırılmıştı. Helikon bir daha eski canlılığını kazanamadı ve sönüp gitti.

O arada ben de, ilk siyasal sorgulanma deneyimimi, siyasete girişimden yıllar önce, siyasetle ilgisi bulunmayan bir sanat derneğinin yöneticilerinden biri olarak edinmiş oldum.

Daha sonraki yıllar boyunca, başka bazı kuruluşların da başına, benzer işler açılacaktı.

Çünkü, Türkiye'de, bazı şeyler değişiyordu, ama bazı şeyler de değişmiyordu.

Kaynakça:
Helikon, Gergedan, Temmuz 1988, No: 17, s. 150-153

21 Aralık 2010 Salı

İlhan MİMAROĞLU (1926)



Besteci, müzik eleştirmeni, radyo programcısı, yazar 

İlhan Mimaroğlu’nun buluşçu kişiliği, bestelerine olduğu kadar, yazdığı müzik eleştirilerine, deneme ve anılarına yansımıştır. 

Soyadı, babasının (Kemalettin Mimaroğlu) mimar olmasından ileri gelmektedir.

1945:Galatasaray Lisesi mezuniyeti

1949: Ankara Hukuk Fakültesi mezuniyeti. Ankara’da kısa bir süre Hayrullah Duygu’dan klarnet dersleri almış, daha sonra kendisini bütünüyle müziğe adamıştır. Bu dönemde radyoda programcılık yapmış ve müzik yazıları yazmıştır.

1959 yılında New York’a yerleşen Mimaroğlu, Türkiye ile hep yakın ilişkiler içinde olmuştur. İstanbul ve Ankara radyolarında başlattığı "Çağımızın Bestecileri" adlı programı New York’dan sürdürmüş ve ayrıca jazz programları hazırlamıştır.

1955 yılında Rockfeller Bursuyla iki yıl için New York’a giden Mimaroğlu, Columbia Üniversitesi’nde Paul Henry Lang’ın müzikoloji ve Dogulas Moore’ın kompozisyon derslerini izlemiştir.
1959 yılında yeniden ABD’ye giderek New York’daki The Record Hunter plak firmasında repertuvar uzmanlığı ve "Voice of America" radyosunda sanat eleştirmenliği yapmıştır.
1961 yılında Türkiye’de ilk baskısı yapılan "Müzik Tarihi" kitabının baskıları yenilenmiş, bunu yeni kitapları izlemiştir.

1963 yılından itibaren Columbia Üniversitesi’nde Usaçevski yönetiminde öğrenim gören besteci, elektronsal müzikte sanat mastırı drecesini almıştır. Bu dönemde Edgar Varése ve Staphan Wolpe ile kompozisyon çalışmıştır. Daha sonra Columbia Üniversitesi’nde elektronik müzik dersleri verir
1968 yılında Fransız Radyosu’nun daveti üzerine Müzik Araştırmaları Merkezi Stüdyosu’nda çalışmalarını sürdürmüş
 1971-1972’de Guggenheim Ödülü’nü kazanmıştır.
1990’lı yıllardan başlayarak gazetelerde müzik yazıları ve denemeler de yazmıştır. Yaratılarının yanı sıra, sayısı yüzleri bulan müzik yazılarıyla katkılar getiren sanatçı, Cumhuriyet ve Yeni Yüzyıl gazetelerinde yayınlanan yazılarıyla yankı uyandırmıştır.


VIDEOLAR: http://vimeo.com/13277124

                  
                 http://vimeo.com/10043496

İlhan Mimaroğlu, "öncü müzik" anlayışındadır. Atonalitenin "çağrışımlara uygun düştüğü" görüşündedir. Elektronik yapıtlarını geeneksel stüdyo ortamına göre yazmakta, elektronik gereçlerle kısıtlanmaktan kaçınmakta ve tınıyı öne çıkarmayı yeğlemektedir.
Sol görüşlü (sosyalist) bir politikayı benimser ve bunu eserlerine yansıtır.


“… (çocukken) Evimdeki fonograf kayıtları benim tek oyuncaklarımdı.
Aynı zamanda çevrenin bana sunduğu müziği dinliyordum. Müziği daha çok yatıştırıcı bir şey olarak gördüm ve kendi kendime ‘daha fazla müzik’ olması gerekir diye düşündüm. Ve nitekim, daha fazla müzik varmış. Önce caz bana kendini gösterdi, sonra da çağdaş sanat müziği. Annem konservatuvara gitmemi istedi. Ben karşı çıktım. Orada bana yanlış şeyler öğreteceklerdi ve ben henüz müziği yeterince bilmediğimden, neyin yanlış olup olmadığını söyleyemeyecektim. Onun yerine hukuk okuluna gittim. Hukuk konusunda daha ilgisiz olamazdım.  Ancak orada önemli bir şey öğrendim, o da, ancak kendi yaptığım kanunlara itaat etmem gerektiğiydi. Sonra, artık müzik hakkında çukura düşemeyeceğim kadar müzik hakkında bilgili olduğumdan, müzik eğitimi zamanı geldi. İnsan en iyi bildiklerinden öğrenir.
İlk elektronik müzik ya da musique concrete ürünleri bana erken ellili yaşlarımda geldi. O zamana kadar Türkiye’de müzik yazarı ve radyo yayıncısı olarak tanınıyordum. Rockefeller Kuruluşu beni duymuş ve New York’u ziyaret etmem, ardından da Colombia Üniversitesi’nde eğitim almam üzere (P. Henry Lang’la müzikoloji ve Douglas Moore ile kompozisyon) beni Amerika’ya davet ettiler...”



AGITATION albümü ve Yaratıcılığının Esasları üzerine:


To kill a sunrise Columbia-Princeton elektronik müzik merkezinde bestelendi. (New-York, N.Y., 1974). Eser solo konuşmacılar için düzenlenmiştir: Chris Washington, Geoffrey Gursoy, (şarkıcı) Mary Ann Hoxworth. Sözler : İlhan Mimaroğlu.

La ruche ise Groupe de recherches musicales’de (Müzik Araştırma Grubu) bestelenmiştir  (Paris, France, 1968).
Commissioned by ORTF. Featuring Jacques Wiederkehr (cello), Michel Merlet (harpsichord), Martine Josie (piano), directed by Jean-Paul Holstein.
·         Aslen 3 uzun parçadan oluşan bir albüm. (Tract adlı parça ikiye bölünmüş). İhtilallerin Türkiye’sini anlatıyor.
·         Albüm orijinalinde “Folksways” plak şirketinin çıkarttığı 2 uzunçalar formatında hazırlanmış: Tract; To Kill a Sunrise ve La Ruche[1].

·         Bu parçaların tamamında şehir seslerinin, gürültülerin, televizyon seslerinin, haberlerin, tekstleri okuyan aktörlerin, duyuruların (ananons) vb. musique concrete ögeleri var
·         Aynı zamanda elektronik olarak üretilen sesler de vardır.
·           
      Tract:
Bu dünya, bu korsan gemisi batacak, taş çatlasa batacak.
Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir âlem kuracağız Pirâyem...
Türkçe, Fransızca ve İngilizce metinlere yer verilmiş (Rus Anarşist Alexander Bakunin, Mao, Nazım Hikmet).  Tüm bu ögeler müzikal ifade araçları olarak ele alınır. Birbirleriyle sentezlenirler.
·         Programlı müzik yazar. Bir olaydan, bir sahneden diğerine hikayeyi ani ya da aşamalı olarak, aktardığı gözlemlenir.

·         Polifonik (katmansal) yapılara önem: Örneğin,. Tract’in başlarında sentezlenmiş (sythesized) pop vokal kesitleri ve çok katmanlı çığılık sesleri.
BAŞLICA YAPITLARI

İlhan Mimaroğu’nun yapıtlarını “geleneksel çalgılar için” ve “elektronsal gereçler için” iki grupta ele almak olanaklıdır. Onun geleneksel çalgılar için yazdığı yapıtlar doğal olarak yine “öncü” niteliktedir.

GELENEKSEL ÇALGILAR İÇİN
·         ·  Monologlar, klarnet ve viyola için.
·         ·  Üç parça, 1952.
·         ·  Pices Sentimentales, piyano için.
·         ·  Anı ve Günce Sonatı, piyano için.
·         ·  Rosa, piyano için, 1978.
·         ·  Valses ignobles et sentencieuses, piyano için.
·         ·  Yaylı dördüller.
·         ·  Yaylı çalgılar için gece ezgileri.
·         ·  Sessions, piyano için, 1977.

SES BANTI VE ÇALGI ya da ŞARKI ORTAMI İÇİN
·         ·  Music Plus One, keman için.
·         ·  Still Life, viyolonsel için, 1980.
·         ·  Sleepsong for Sleeper, klarnet, piyano ve elekronik teyp için.

ELEKTRONİK MÜZİK
·         ·  Görsel Çalışma, 1965.
·         ·  Immolation Scene, söz ve şarkı için, 1983.
·         ·  Prelüdler, manyetik teyp için, 1966-76.
·         ·  Jean Dubuffet’in Coucou Bazar’I için müzik.
·         ·  Le Tombeau d’Edgar A. Poe, 1964.
·         ·  Besteci ve Çalgıcı için piyano müziği, 1976.
·         ·  La Ruche, viyolonsel, klavsen, piyano ve elektrikli aygıtlar için.
·         ·  Intermezzo, 1964.
·         ·  Bowery Bum, 1964.
·         ·  Wings of the Delirious Demon 1969.
·         ·  Sing me a song of Songmy, 1971.
·         ·  Tract, ses ve elektronsal için, 1972-74.
·         ·  To Kill a Sunrise, 1974.
·         ·  The Ofering, ses ve teyp için, 1979.

KİTAPLARI
·         ·  Amerika’nın Sesi, Ankara, 1956.
·         ·  Caz Sanatı, İstanbul, 1958.
·         ·  11 Çağdaş Besteci, Ankara, 1961.
·         ·  Müzik Tarihi, İstanbul, 1961, 4. basım, 1990.
·         ·  Günsüz Gece, İstanbul, 1989.
·         ·  Elektronik Müzik, 1991.
·         ·  Ertesi Günce, İstanbul, 1994.


CD Kitapçığından:
Agitation actually contains two albums—Tract: A Composition of Agitprop Music for Electromagnetic Tape and To Kill a Sunrise and La Ruche—that were originally released on Folkways Records in 1975 and 1976. Tract is a sprawling, collage-like mass of sound. Inspired in part by the political repression taking place in Turkey in the early seventies, it is never less than riveting. Tract’s text includes material based on or drawn from the writings of Bertolt Brecht, the Turkish poet Nazim Hikmet, the Russian anarchist Alexander Bakunin, Mao and other historical and cultural figures. Voices speaking and singing in English, French, and Turkish create a dense thicket of language. The varying sound quality of the vocal recordings adds to the rich timbral fabric of the piece.
Pop songs, distant chatter, keyboard lines, choruses, and many other elements (including the psychedelic pop group Topsy Turvy Moon) appear and disappear throughout Tract. Transitions can be gradual or abrupt, but Mimaroglu displays a great sense of pace and structure, and Tract remains compelling throughout its ever-mutating thirty-five minutes.
Dinleti:
http://www.lastfm.com.tr/music/Ilhan+Mimaroglu

[1] La Ruche (Fr.): Arı kovanı

Bülent AREL (1919 İstanbul – 1990 New York)

Sağdan sola: Bülent Arel, Alice Shields, Otto Luehning, Vladimir Essachevsky, Milton Babbitt, Mario Davidovsky, Pril Smiley. Columbia-Princeton Electronic Music Studio, 1970 New York


  • Columbia-Princeton laboratuarlarını kuran Vladimir Ussachevsky, Otto Luening ve Milton Babbitt gibi bestecilerle birlikte elektronik müzik alanının öncülerinden biri olarak nitelendi.

  • Bülent Arel’in tümüyle geleneksel çalgılar için ve klasik biçimlerde olan yapıtlarının arasında Haydn’a Saygı Senfonisi, I.Ü. ve ÜI. Senfonileri, Klee’nin Dört Resmi üzerine Doğaçlama ve İlhan Berk’in şiirleri üzerinde Beş Sonnet’si sayılabilir.

  • Pek azı Türkiye’de seslendirilebilmiş olan bu yapıtlarında Arel on iki ton tekniği gibi çağdaş yöntemler kullandı.

  • Elektronik müzik alnındaki yapıtlarına ise Stereo Elektronik Müzik 1 ve 2, Wai Street’den İzlenimler örnek gösterilebilir. Baleye ve modern dansa da ilgi duyan Arel bu alanda hem Çocuklar için Eski Tarzda Bale Suiti gibi geleneksel biçimde, hem de Miniana I.,Ü.,ÜI., Rounding gibi elektronik müzik türünde yapıtlar öne çıkıyor

-          Radyo ve elektronik araçlara çok ilgili

-          Galatasaray Lisesi mezunu

-          1937: İlk yapıtı lise yıllarında bestelediği “Çizmeli Kedi” adlı çocuk oyunu

-          1939: A.D.K.’da Akses ve Ferhundde Erkin ile çalışıyor ve mezun oluyor

-          İstanbul ve Ankara Radyolarında ses uzmanı (ton meister)

-          1953: Helikon’un kurucuları arasında

-          1957: Teknolojiye merakı, elektronik aletler konusundaki bilgi ve becerisiyle daha hiçbir laboratuar olanağı olmaksızın, Yaylı Sazlar Dörtlüsü ve Elektronik Frekansmetre için Müzik adlı bir yapıtı besteledi.

-          1957: Ankara Radyosu Batı müziği yayınları yönetmeni

-          1959: Rockefeller bursuyla Colombia-Princeton’a gidiyor (elektronik)

-          1961 – 62: Yale’de ders veriyor

-          1963: Türkiye’ye dönüş. ODTÜ’de elektronik müzik merkezi kurma çabaları başarısız oluyor (destek yok)

-          Ankara Radyosu Madrigal korosunu kuruyor, konserler veriyor (destek yok)

-          1965 – 70: Yale’de ders veriyor. Orada bir elektronik müzik laboratuarı kuruyor

-          1971: Stony Brook’daki New York Üniversitesi’ne müzik profesörü olarak atanıyor ve ölene dek burada görev yapıyor.

-          1973: A.B.D. vatandaşı oluyor 

DİNLETİ:  


http://www.lastfm.com.tr/music/B%C3%BClent+Arel 

Ek bağlantı:  http://filizali.blogspot.com/2010/04/bulent-arel-filiz-ali-turkiyenin-ilk.html

Ferit TÜZÜN (1929 - 1977)



İkinci kuşak bestecilerimiz arasında bir orkestralama ustası olarak tanınmıştır.

-       Ortaokul yıllarında babasının ölümü üzerine Ankara’ya ablasının yanına yerleşir.

-        Ulvi Cemal Erkin’in dikkatini çekmiş ve 1941 yılında A.D.K.'ya Erkin’in piyano öğrencisi olarak girmiştir. 

-       Konservatuarda yaptığı beste denemeleriyle de dikkat toplayan Tüzün, Necil Kazım Akses ile armoni ve kompozisyon çalışmıştır. 

-       1950: Piyano bölümü mezuniyet,

-      1952: “Senfoni” ile kompozisyon bölümü mezuniyet.

-      1954: Devlet bursunu kazanarak Münih Devlet Müzik Yüksek Okulu’nda orkestra şefliği öğrenimini  yapmaya başlamış, Fritz Lehmann ve Adolf Mennerich’in öğrencisi olmuştur.

-        Bu arada yaptığı beste çalışmaları, Carl Orff ve Amadeus Hartmann tarafından desteklenmiştir.
-       “Türk Kapriçiyosu” adlı orkestra yapıtı, 1957 yılında Münih Filarmoni Orkestrası’nca seslendirilmiştir.
-       Bu orkestradan yeni bir sipariş alan bestecimizin “Humoresque” adlı orkestra yapıtı da başarı kazanmıştır. (Yapıtın adı daha sonra “Nasreddin Hoca” olarak değiştirilmiştir).
-        
    1956: Münih’te orkestra şefliği bölümünü bitiren Tüzün, Almanya’da bir yıl daha çalıştıktan sonra yurda dönmüş, Ankara Operası’na orkestra şefi olarak atanmış ve kısa bir süre sonra Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğüne getirilmiştir. 

     1977 yılında enfarktüs geçirerek, meslek yaşantısının en verimli döneminde vefat etmiştir.
-       






STİL:       
Ferit Tüzün, halk müziğimizin melodik ve ritmik kaynaklarını çok iyi tanımış ve değerlendirmiştir.
Kimi zaman klasik kimi zaman ise tamamen kendine özgü halk temaları üretir
Halk müziği bir “hatırlatma” özelliğindedir. Bu sayede besteci, dilediği parlak renkleri coşkulu ritmlerle yoğurmuştur.
Orkestralama tekniğini de üstün olduğu için, onun yapıtları dinleyiciye çarpıcı renklerden oluşan bir demet niteliğinde gözükmektedir.

ETKİ:
Ferit Tüzün’ün, Türk Beşleri’nden, özellikle Ulvi Cemal Erkin’den etkilenmiş olduğu söylenebilir. Bununla birlikte Stravinski ve Bartok’u da yer yer andıran bir deyiş kullanmıştır. Gereğinde gülmece öğelerine yönelmiş, sonuçta duygu yüklü bir müzikal ifadeyi başarıyla sunmayı bilmiştir.
         Bestecinin karakteristik özelliklerini yansıtan yapıtı “Çeşmebaşı” dır. Bu bale suiti, ülkemizde sıkça seslendirilen orkestra yapıtları arasındadır. Tüzün, güçlü bir müziksel anlatımın sürükleyiciliğine inandığı için, “fışkıran bir müziğin beraberinde biçimi de getireceğini” belirtmiştir. Bu sözleriyle müziksel amacı açıklanmış olmaktadır.
         “Çeşmebaşı” bale suitinin üç bölümü (1958), Türk Kapriçiyosu ve Humerosque (Nasreddin Hoca), Münih’teki F.E.C. Leuckart Yayınevi tarafından basılmıştır. Geniş bilgi için Ankara Devlet Opera ve Balesi’ne başvurulabilir. Ferit Tüzün’ün başlıca eserleri şunlardır:
OPERA VE BALE ESERLERİ 
1)       “Midas’ın kulakları”, iki perde, Güngör Dilmen’in librettosu üzerine, 1966 – 1969.
2)       “Çeşmebaşı”, bale suiti, büyük orkestra için, 1964.
ORKESTRA VE KORO ESERLERİ 
1)   “Ninni”, orkestra eseri, 1950.
2)   “Senfoni”, orkestra eseri, 1952.
3)   “Atatürk”, Cahit Külebi’nin şiiri üzerine, orkestra eseri, 1952.
4)   “Anadolu”, orkestra suiti, 1954.
5)   “Türk Kapriçiyosu”, orkestra eseri, 1956.
6)   “Humerosque (Nasreddin Hoca)”, orkestra eseri, 1956.
7)   “Esintiler”, orkestra eseri, 1965.
8)   “Altı Türkü”, dört sesli koro için, 1964.
PİYANO, ODA MÜZİĞİ VE SAHNE MÜZİĞİ ESERLERİ
1)   “Trio”, keman piyano ve viyolonsel için, oda müziği eseri, 1050.
2)   “Duo”, keman ve piyano için, oda müziği eseri, 1950.
3)   “Piyano parçaları”, 1948.
4)   “Tema ve çeşitlemeler”, piyano eseri, 1950.
5)   “Canzonetta ve Gavotta”, piyano eseri, 1950.
6)   “Bir piyes yazalım”, sahne müziği eseri.

Kaynakça:
SCA Vakfı Yayınları: Ferit Tüzün
http://www.klasiknotlari.com/en/147/Ferit_Tuzun.html