11 Ekim 2010 Pazartesi

(Sivil) OSMANLI BESTECİLERİ

1874 ’de sayıları kırkı bulan Ermeni gençler, Beyoğlu’ndaki Hacopulo Han’da müzik öğretmeni Dikran Çuhacıyan (1837-1898) denetiminde müzik çalışmalarına başladılar. Çuhacıyan’ın besteleri olan "Arşag I" ve “Arşag II” operaları (1868), "Arifin Hilesi", "Leblebici Horhor (Ağa)" gibi pek çok operetlerini sahnelediler. Bunlardan "Arif‘in Hilesi" (1872) ilk Türk opereti olma özelliğini taşır. “Leblebici Horhor” (1875), dönemin en popüler operetidir ve 1923’te Muhsin Ertuğrul tarafından filme alınır. Anadolu’dan İstanbul’a gelen saf bir köylünün başından geçen olayları, neşeli şarkılarla canlandıran bir kurgusu vardır. Bunlardan “Biz Köroğlu Yavrusuyuz” gibi şarkılar, Çuhacıyan’ı dönemin popüler bestecileri arasına sokmuştur. 
 (http://www.sinematurk.com/film_genel/4909/Leblebici-Horhor)
Bu yapıtlarda çokseslilik ve orkestralama düzeyinin çok basite indirgenerek, ezginin egemen olduğu görülmektedir. Buradaki amaç, Türk halkının Batı müziğine alıştırmaktır, yakınlaştırmaktır. Bu tür yapıtlar aynı zamanda Fransız ve İtalyan opera kuruluşları tarafından misafir edilirler ve böylelikle ‘kanto’ geleneği de başlamış olur. 1910 – 23 arasında etkinlik gösteren “Milli Osmanlı Operet Kumpanyası” Çuhacıyan’ın opera ve operetlerini sahneler.

-          19.yy. ortaları: Yabancı asıllıların çoksesli batı müziğine gösterdikleri ilgi de zamanla o dönemin tanınmış bestecilerini beraberinde getirdi. İstanbul evlerinde özel konserler ve dinletiler düzenleniyor, müzik eğitimine verilen önem gün geçtikçe artıyordu. II. Meşrutiyet ’ten sonraki yıllarda gayri-müslim bir piyano öğretmeninden ders almak, sanki gelenekselleşmiş bir alışkanlıktı. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren saray çevrelerinde kabul görmeye başlayan çok sesli müzik, kavramı belirli kesimlerde ve özellikle zengin çevrelerde müzik eğitimine önem verilmesine yol açmıştı.

-            Operet, kanto vb. müzikli tiyatro oyunları geleneği ise II. Meşrutiyetin ilanına (1908) dek sürmüş ondan sonra ise tiyatroların tahrip olunmasıyla bu gelenek yok olmuştur.

Bunların ötesinde, cumhuriyetin ilanına kadar, ülkemizde senfonik müzik alanında dikkate değer bir çalışmanın kaydına henüz rastlayamıyoruz. Yani Türk asıllı türde herhangi bir icra olayından hiç bir kaynak söz etmemektedir. Cumhuriyet’in ilanına ve ilk dönemine dek Türkiye’nin en dikkate değer iki çok sesli müzik bestecisi İsmail Zühtü (Kuşcuoğlu) (?-1924) ve İstanbul’da yetişen Ermeni kökenli bestecisi Edgar Manas‘tır (1875-1964). İsmail Zühtü’nün bazı marşları dışında, bestelediği senfonik eserlerin hiçbiri bugüne kadar icra edilmemiştir. İzmir ‘de müzik öğretmenliği yaptığını, A. A. Saygun’a ilk ders veren kişi olduğunu ve “Tezer” isimli bitmemiş bir operası olduğunu biliyoruz.  Edgar Manas ise 13 yaşında, babasının ölümü üzerine Venedik’te yetişir ve Padova konservatuvarının füg ve kontrpuan bölümlerinden mezun olur. 1905’de İstanbul’a döner ve çeşitli kurum ve kuruluşlarda şeflik ve hocalık yapar. Kendisi, Hüseyin Saadettin Arel başta olmak üzere birçok müzisyenin de hocası olmuştur. Cumhuriyet’in kurulduğu 1923’de Darülelhan’da (Belediye Konservatuvarı) müzik öğretmenliği yapmıştır (Armoni, kontrpuan, piyano dersleri). İstiklal marşının armonisi ve orkestrasyonu kendisine aittir. Ayrıca ilk Türk Kadınlar Korosu’nun da (Konservatuvarda) kurucusu olmuştur

Cumhuriyetin ilanının yankılandığı o günlerde, 19 yaşında bir gençte, Fransa’da müzik eğitimini tamamlayarak, çantasında 4 opera taslağıyla yurda döner. Bu genç Cemal Reşit Rey'dir ve tıpkı Manas gibi, Darül Elhan’da öğretmen olarak göreve başlayacaktır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder